Bütün sıkıntımı gidermeye
çalışırken, sıkıntılarımı yok edene inat gülelim. Dışa farklı içe aynı olalım.
Sevelim sayalım görelim. Bir kutu sayımında bizlerde çıkmayalım. Şimdide Düşünün
ne gelir meselâ? Enine çizgili
uzun çoraplar... Renkli koca bir
şapka... Burunda domatese
benzeyen bir mandal... Yüze
hünerlice çizilmiş hüznü örtmesi
için epey uğraşılmış neredeyse
tabaka denileşebilecek ağdalı makyaj... Pantolonu
görev aşkıyla yukarıya çeken kalın bir askı... Puantiyeli gömleğin düğmelerini
neredeyse patlatacak kadar kocaman yapay bir göbek... Paçası kısa bol bir pantolon... Sandviç ekmeğini anımsatan pabuçlar... Yani oldukça komik Yani oldukça eğlendiren Yani... Yani...
Ben palyaçoları sevmem! Belki onlarda beni sevmedi...
Sevemezlerdi. Gözlerindeki hüznü
görmüştüm çünkü... Hem de her seferinde... Her el çırpışta daha ürkek Her seferinde daha korkak Daha ağlamaklı Daha hassas Daha kaçamak bakan palyaço
gözleri...
Fark edilmişliğin
mahcubiyetiyle koca
eldivenleriyle kendilerine ait
olmayan elleri ile gözlerini gizleyişleri... Ağlıyordu palyaço... Ağlamak sana yasak! Ağlama... Ağlarken güldürmeye çalışmak! Etraf gülerken gizli saklı ağlamak… Hatta
ağlayamamak! İşin bitti. Sıra
aynanın karşısına geçip o kalın tabakadan kurtulmada... “Merhaba. İşte ben!” Yüzüm bana yabancı ben yüzüme yabancı! Kafam ne kadar da kocaman
olmuş böyle... Ya içi? Labirentler labirentler... ”Tamam” dediğim anda adına dolambaç dedikleri toslamaktan yorulduğum ama karşıma
çıkmaktan yorulmayan duvarlar... Nasılda yosun tutmuşlar... Tıpkı ben... Acı
bir tat acı bir koku korkunç bir yığın... İçimi çekiyorum. Her çekişte bir alev
yükseliyor bedenimden göğe doğru... Dokunmayın
yakarım! Her defasında aynı melodi...
Saçlarımı yoluyorum kafamı
duvarlara vuruyorum ama nafile! Kulaklarımı
da tıkasam çığlık çığlığa da
bağırsam olmuyor... Yok! Yok! Yok! Ne
ben benden kurtulabiliyorum nede ben senden nede sen benden... Söyle kim kime tutsak? Duvarlar sen sesler sen... Peki, sen kimsin? Sen mi
ben? Ben mi sen? Neredesin
bilemedim? Yoksa nerede miyim? Ama
yok! Ben ki uslanmaz bir palyaço! Kaybolmaktı derdim. Al işte
kayboldum... Gülmeyin! Güldürmek istedim fakat
ağlayabileceğimi hesap edemedim. Gülmeyin! Sönsün balonlarınız. Her şey
sizin içindi. Hiçbir şeyse benim! Gülmeyin! Sökün süsleri
duvarlarınızdan. Süsleriniz gözleriniz olsun... Acıkın! İnsan olmaya acıkın! Ne o ağlamaklı oldunuz
birden! Maskemi çıkartınca buyum
ben! Hayat uçsuz bucaksız bir serüven madem Yolcuysak hepimiz
ezelden... Bakma bana! Gerçekten bakarsan
gülemezsin ki... Çünkü ben palyaçoyum! Bakılmak için olsam da... Gözlerini kamaştırsam
da... Uslanmaz bir palyaçoyum. İşte yeni bir iş daha... “Merhaba. İşte palyaço!” Gülmeye hazırsanız başlayalım!
Suskunluğu unutup, susmayanlarla konuşanlara
merhaba… Senden vazgeçemem biliyorum ama bende çocukluğumda hiç gülmedim. Şimdi
eğlenme vakti. Gülelim. Eğlenelim. Senden başkası olmasa bile karşımdakini
eğlendirelim. Hadi beni ben olmayan yüzüm başlayalım insanları eğlendirmeye.
Aşkın acını bir kenara bırakalım, ailenin o muhteşem dramını, sebepsiz akan kan
acılarını… Şimdi biraz gül de karşındaki anlamasın gerçek yüzünü…
Yazar ve Şair Hikmetullah Yetkin
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder