Oysaki hayallerimizi demliğe doldurup,
kaynamasını sabırla bekliyoruz. Çaydanlıkta oluşan kireçlenmeleri aldırış
etmeden, demin su ile birleşmesi için imkânsız dualar ediyoruz. Dejenere olan hayallerin
gerçek olması için, tüpü kısık bir noktada bırakıyoruz. Her suyun cızırtı
sesinde akan gözyaşlarımızı ve elimizde yan dostumuz olan katilimiz ile o
hayalleri beynimizde tasarlıyoruz... Bir yılbaşının üçüncü gecesiydi. Sokak
yalnız, insanlar durgundu. Tepeden tırnağa süslenmiş taksim istiklali… Üst üste
dizilmiş harabe kenti unutup o gizemli dünyaya boğulup giderken, her hanede ay bir
kadeh ayrı bir umut yıldızının yatmasını, zifiri karanlıkta dumanın görünümüyle
hayallerimizi süsleyen o gece... Tatlı ve günahsız gözlerle yanıltılmış bir kızın,
uyuşturucu bağımlısı gibi sana bağlanmasıyla başlıyor umutsuz gece… İlk ağrı,
ilk söz ve ilk hıçkırıkla başlıyor gece fısıltıları… Nefes nefese kalan o
gecenin hatırı… Sokakta unutulmuş bir kızın hikâyesini dinlemenle anılıyor o gece…
Umutsuzca demini almasını istediğin hayallerini bir nebzede yokuşlara bırakıp
adımlara mahkûm kalmanla başlıyor… Günahsız sandığın o şeytanlı gecede,
duygusal noktalar beynine beyni ne işlerken, sen lal ve kör gözlerinle yoluna devam
etmeye çalışman... Bir yudum günahın bir ömrün dirhemi olacağını düşünmeden,
kendi kendine hayal kurup demde olan çayını izlemeye koyulmaya başlıyorsun. Siyah
saçlı, topuklarının üstünde dar pantolon, siyah desenli kaban ve namahrem
gözlerine dalıyorsun. Güzellik meleği sanki mor gecelerde kıyılara vuran dalga gibi
dalıyorsun ona… Sevmek, süslü saltanattan oluşmuş padişahın cariyeleri değil ki
ha bire yozlaşmış olsunlar. Sevmek, günahla başlayıp günahsızlığa ağlamak
olduğunu fark etmendir. İşte her şey yılbaşın üçüncü gecesinde başladı.
Günahların hat safhada olduğunu, aşkın beden olduğunu, zinayı saltanat olarak
görmen ile başlıyor. Demlenen çayını bardağa doldurup, buruşmuş ellerin ile
bardağa doğru götürüyorsun. Aniden karanlık çöküyor… Çığlık sesleri binanın
derinliklerinden geliyor sana… Elindeki kalemi ters çevirip, uzun süre kalan
mazi tahtasına tak tak diye vurmanla başlıyor... Gizemli sesin gelmemesi için
hazırladığın hayalleri yudumlamanla başlıyor... Suyun o kadar sıcak olmasına
rağmen tek yudumda bardağın içindeki hayalleri içine yudumlamanla başlıyor... Hayallerinle
yüzleşmemek için sarım saklanırken, suspus olan gizemli gözlerin aynanın
arkasında bir yer kaplıyor. Yağmurun saltanatında dirhem olan gözyaşlarınla
noktayı koyuyorsun. Arada sırada maziye dalıyorsun, mazideki dehşet ve
inanılması zor olan yokluğu umudu ve beklenti içinde boğuşmaya başlıyorsun. Her
acıda bir günah, her umut da bir hüzün, her beklemekte bir zafer istiyorsun. Gidenlerin
geri gelmeyeceklerini ve bir daha onların sadece sayfalar arasında veya hayal
deminde bıraktığını anlıyorsun. Oysaki bugün ayın üçü…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder